FinTech İstanbul Platformu’nun kurucu ortağı Prof. Dr. Selim Yazıcı, dünyayı sarsan finansal teknoloji ekosistemini ve Türkiye’deki yansımalarını anlattı. “Geleceğin bankaları, bankacılık lisanslı finansal teknoloji şirketleri olacak” diyen Prof. Yazıcı’ya göre bankaların değil teknoloji şirketlerinin rekabetinden söz edeceğimiz günler yakın. Google, Apple, Facebook, Amazon gibi şirketlerin bankacılık ve ödeme faaliyetleri anlayışı değiştirecek, FinTech kavramı yerini TechFin’e bırakacak.

Finansal teknolojiler konusundaki çalışmalarıyla tanınan akademisyen Prof. Dr. Selim Yazıcı, KPMG Gündem’in sorularını yanıtladı. 

Sizi tanıyabilir miyiz?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İşletme Bölümü’nde öğretim üyesiyim. Aynı zamanda FinTech İstanbul Platformu’nun kurucu ortağıyım. Teknolojiye ve teknolojinin yaratacağı fırsatlara inanmış bir akademisyen olarak, 2000’li yılların başında, teknolojideki değişimin finansal kuruluşların üretim, pazarlama, satış, dağıtım ve satış sonrası süreçlerinde yaratacağı etkileri ve e-ticaret olanaklarını değerlendiren araştırmalar yaparak ilk olarak sigortacılık sektörüne özel bir envanter oluşturduk.

Bu çalışmaları 2002 yılında yayınladığımız ‘Elektronik Sigortacılık’ kitabında topladık. Daha sonra, teknolojik değişimi ve müşterilerin dijitalleşmesini gözlemleyerek finansal hizmetler sektörü ve özellikle sigortacılık sektöründe dijital dönüşüme yönelik projeler gerçekleştirdim. Günümüzde ise teknolojinin finansal hizmetler sektöründe kullanımı ve startup’ların bu alandaki girişimcilik faaliyetlerini ifade eden FinTech ve InsurTech konuları ile ilgileniyorum. Bilgi ve deneyimlerimi uzun yıllar misafir öğretim üyesi olarak Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü’nde verdiğim derslerde, sektörden gelen öğrencilerle de paylaşma ve proje üretme fırsatı buldum. Halen Girişimcilik, Dijital Sigortacılık, Proje Yönetimi, İş Sürekliliği Yönetimi, İşletme Yönetimi, Uluslararası İşletmecilik ve Örgütsel Davranış konularında dersler veriyorum.

FinTech İstanbul Platformu’ndan bahseder misiniz biraz?

FinTech İstanbul’u 2016 yılının başında kurduk, bir platform olarak faaliyet gösteriyor. Bildiğiniz gibi platform tarzı organizasyonlar günümüzde birçok işin daha etkin, verimli ve esnek biçimde uygulamaya konabildiği yapılar. Bu nedenle, formel bir örgütlenme yerine planladığımız işleri kolaylaştıran platform tarzındaki bu yapıyı seçtik. Kuruluş aşamasında platformun en büyük destekçisi, özellikle finansal teknolojiler alanında büyük bilgi ve deneyime sahip, aynı zamanda bunu değişik platformlarda her fırsatta paylaşmaya açık bir kuruluş olan Bankalararası Kart Merkezi (BKM) oldu. Kendi bilgi ve deneyimlerini bizlerle paylaşarak platformun vizyonunu belirleme, kuruluş ve gelişme aşamalarında büyük katkı sağladılar.

FinTech İstanbul’un kuruluş hikayesi nedir?

FinTech İstanbul Platformu’nun doğuşunda “ortak akıl” ve “gelecek vizyonu” ön plana çıktı. Bilgi ve deneyimlerimiz, dünyada finansal teknoloji alanında birçok yenilik olduğunu, yenilikçi birçok fikrin ortaya çıktığını ve ülke ekonomilerinin bundan büyük faydalar elde ettiğini gösteriyordu. Türkiye’de özellikle bankacılık sektörü, sahip oldukları büyük teknoloji firmaları ve bunların ortaya çıkardıkları ürün veya hizmetlerle dünyada gücünü kanıtladı. Birçok bankamız yurt dışında düzenlenen yarışmalardan büyük ödüllerle dönüyor. Bu bizim için büyük başarı.

Ancak yurt dışı örneklerde, büyük teknoloji firmalarının ötesinde, küçük girişimlerin de bu alanda oldukça aktif çalıştığını ve büyük firmaların aksine çok daha etkin, verimli ve çevik yapılarla faaliyet gösterdiklerini gördük. Aynı zamanda, startup olarak isimlendirilen bu yapılar, büyümeleri ve gelişmeleri için farklı biçimlerde destekleniyordu. Özellikle bu alanda gelişmiş İngiltere, ABD ve Singapur gibi örneklerde, ekosistem oluşturularak startup’ların gelişmesini ve ekonomiye sağladıkları faydanın artırılmasını sağlayacak yapıların işleyişini inceledik.

Türkiye’deki bu tür yapılanma eksikliğini giderebilmek amacıyla FinTech İstanbul Platformu’nun kurulmasına karar verdik. Bankalararası Kart Merkezi bize bilgi, deneyim, network ve mekan olanakları sunarak destek sağladı. Bizler de kurucular olarak belirlediğimiz vizyonun gerçekleşmesi ve misyonumuz doğrultusundaki faaliyetleri planlayarak uygulamaya başladık.

Nasıl bir vizyon belirlediniz?

Vizyonumuzu, İstanbul’u bölgesel “Finansal Teknoloji Merkezi” haline getirerek, Türkiye’nin finans alanındaki rekabet gücünü artırmak olarak belirledik. Misyonumuz ise Türkiye’de finansal teknolojiler konusunda eğitim, bilgilendirme, yönlendirme ve iş birliği olanakları ile ekosistemi güçlendirmek, güçlenen startup’lar ile yabancı yatırımcıları çekerek, cazibe merkezi haline gelmek ve finans sektöründeki nitelikli iş gücü için yeni istihdam yaratmaktır.

Yani Türkiye’de FinTech ekosisteminin sağlıklı büyümesi için gereken tüm yapı taşlarını bir araya toplama fikrinden yola çıktık. Bu kapsamda, Türkiye’de finansal teknolojiler konusunda girişimcilere, kurumlara ve yatırımcılara değer katmaya çalışıyoruz. Eğitim, bilgilendirme, yönlendirme ve iş birliği olanakları sunarak da ekosistemi güçlendirmeyi amaçlıyoruz.

Kalkınma planına girdi

Türkiye’de 200’ye yakın FinTech girişimi var. Küresel FinTech merkezleri arasında Türkiye’nin yeri nedir?

Platformumuzun önemli destekçilerinden biri olan Startups.watch verilerine göre ülkemizde 200 civarında FinTech girişimi bulunuyor. Startups.watch da aslında bir girişim. Ülkemizdeki ekosistemi analitik olarak izleyen tek yapı. Dolayısıyla ekosistem konusunda değerli verileri ve durumu bizlerle paylaşıyor. 

Son iki yıldır dünyadaki FinTech ekosistemlerini incelemek üzere çeşitli araştırmalar yapılıyor. Global FinTech Hubs Federation (GFHF) tarafından yürütülen bu çalışmada geçen sene dünyada faaliyet gösteren ve aralarında İstanbul’un da bulunduğu 44 tane merkez rasyonel kriterler kullanılarak değerlendirildi. Bu kriterler; Global Financial Centre Index (GFCI), Doing Business (DB) ve Global Innovation Index (GII) gibi bağımsız olarak yayınlanan endeks verilerinin yanı sıra; regülasyon, müşteriye yakınlık, uzman insan kaynağına sahip olma, inovasyon kültürü, FinTech’lere devlet desteği ve yabancı startuplar’ı çekme potansiyeli (cazibe merkezi olma) gibi objektif unsurlara dayanıyordu. Bu değerlendirmede Türkiye yüksek skor elde edemedi. Bizim için ilk olan değerlendirme, neler yapmamız gerektiği konusunda yol gösterdi. Bu tecrübeden yola çıkarak Türkiye için neler yapılabileceğini irdelemeye başladık ve sektördeki tüm oyuncuların görüşlerini içeren 23 maddelik bir rapor yayınladık.

En somut sonucu 11’inci Kalkınma Planı’nda (2019-2023) almayı başardık. 2017’de Finansal Hizmetlerin Geliştirilmesi Özel İhtisas Komisyonu’nun yaptığı çalışmalar sayesinde finansal teknoloji, sektörel bir yapı olarak planda yer aldı ve FinTech ekosisteminin gelişmesine yönelik politikaların oluşmasının önü açıldı. Bu sayede rapora FinTech’in en önemli bileşenlerinden blokzinciri, büyük veri, nesnelerin interneti, bulut, RegTech ve yapay zeka gibi teknolojiler girmeye başladı.

Dünyadaki FinTech ekosistemi ile kıyaslarsak Türkiye’de nasıl bir görünüm var?

Ekosistem önemli bir kavram. Biyolojik sistemlerin bir benzetimi olarak, yönetim literatüründe “sistem yaklaşımı” kapsamında uzun yıllardır ilgi görüyor. Ekosistem, canlı organizmaların yaşamlarını devam ettirdiği ortamı ve bunları saran canlı ve cansız çevreler ile aralarındaki karşılıklı ilişkileri ifade eden ve süreklilik arz eden sistemleri, yani “doğal çevre”yi ifade eder. Bu sistem çeşitli dengeler üzerine oturur ve birbirleriyle yakından ve karşılıklı etkileşimler sonucunda işlerliğini ve devamlılığını sürdürür. Doğal dengenin herhangi bir unsurunda yaşanan olumsuzluk, sistem yaklaşımı gereği, sistemin tüm elemanlarını etkiler.

Yönetim bilimciler, biyolojik sistemlerden esinlenerek işletmeleri yaşayan birer organizma ve içinde bulundukları ortamları da ekosistem olarak nitelendirir ve ekonomik düzen içindeki işletmeleri bu şekilde açıklamaya çalışırlar. Buradan yola çıkarak FinTech’in de bir ekosistem olduğunu söylemek mümkün. Bu ekosistemin gücünü ise tek tek ekosistem elemanlarının güçlerinin toplamı değil, elemanlar arasındaki karşılıklı etkileşimlerin doğuracağı sinerji oluşturur.

Dünyada rekorlar kırılıyor

Peki, yatırım tarafı nasıl?

Genellikle bu tür bir kıyaslama yapıldığında, ülkelerin yatırım çekme potansiyelleri veya yatırım tutarları değerlendiriliyor. 2013 yılından beri FinTech girişimleri dünyada ortalama her yıl 15 milyar USD yatırım çekiyor. 2017’de yaklaşık 16,7 milyar USD çeken FinTech girişimleri 2018’in ilk yarısında 26 milyar USD çekmiş durumda. Dünyada milyar dolar üzerinde değerlemeye sahip girişimler (bunlara Unicorn deniyor) en çok FinTech alanından çıkıyor. Bugün toplam değerleri 84,5 milyar USD seviyesinde 29 tane FinTech Unicorn bulunuyor.

Türkiye’de ise 2016 yılında tüm startup ekosistemine yapılan yatırımların yüzde 30’undan fazlasının FinTech girişimlerine yöneldiğini görüyoruz. (28 milyon USD). 2017 yılında Türkiye’deki FinTech girişimleri yaklaşık 28,5 milyon USD yatırım aldı.

Sizce Türkiye’nin FinTech ekosistemindeki güçlü ve zayıf yönleri neler?

En güçlü yönümüz, finansal hizmetler sektöründe çalışan nitelikli eleman sayısından ve onların üretim kapasitelerinden kaynaklanıyor. İkinci sırada nitelikli iş gücünün özellikle bankacılıkta edindikleri tecrübeler (kriz dönemlerinde ayakta kalma ve teknolojiyi kullanma becerileri) var. Üçüncü olarak ise inovasyon gücümüzü söylemeliyiz. Bugün Türkiye’deki birçok banka inovasyon merkezlerine sahip. Bu yapılar, bankaların merkezleri tarafından kopyalanıp ve diğer ülkelere klonlanıyor. Hatta bankacılıkta Türkiye’den inovasyon konusunda yurt dışına beyin göçü verdiğimizi bile görmek mümkün. Dolayısıyla bankacılıkta sahip olduğumuz deneyim, iş gücünün niteliği, sayısı ve görece düşük iş gücü maliyetleri, inovasyon kapasiteleri ve teknolojik altyapımız bizim güçlü yönlerimiz.

Zayıf yönlerimizin sıralamasında önce startup’ların yatırım çekme kapasitesi geliyor. Ancak Türkiye’de giriş seviyesi girişimleri destekleyecek yapılar var. Büyüme aşamasında girişimler için de sermaye bulmak nispeten kolay. Ancak, bu ikisi arasında kalan bölgede yatırımcı bulmak o kadar kolay değil. Bir diğer önemli nokta, girişimcilerin özellikleriyle ilgili. O da öncelikle bölgesel ve sonra da küresel düşünememekten kaynaklanıyor. Bölgesel veya küresele dönüşmeyecek bir girişim için büyük ölçüde sermaye bulabilmek mümkün değil.

Diğer bir zayıf yönümüz de FinTech girişimlerinin önündeki regülatif engeller. Bunu aşamayan girişimler ya bu alanda faaliyet gösteremiyor veya maalesef başarılı olamıyor.

Türkiye’de FinTech ekosisteminin gelişmesi için ne yapılmalı sizce?

Devlet tarafında yapılması gerekenler var. Evet 11’inci Kalkınma Planı’na FinTech kavramının girmesi önemli, Borsa İstanbul tarafında yapılan güzel işler var, örneğin bir Finansal Teknoloji Teknoparkı’nın kurulması veya FinTech girişimcilerine verilecek destekler ve yine Borsa İstanbul tarafından London Stock Exchange ile FinTech özelinde gerçekleştirilen ilişkiler güzel ancak düzenleyici otoritenin özellikle regülasyon tarafında çevresindeki örnekleri değerlendirerek en iyi uygulamalardan bir yol haritası oluşturması gerekiyor. Bu konuda İngiltere ve Singapur örnekleri oldukça ilgi çekici. Türkiye’de 2013 yılında, 6493 sayılı kanunla ödeme hizmetleri ve e-para düzenlemeleri gerçekleştirildi ama Avrupa’da ortaya çıkan PSD2 ile ilgili düzenlemeler henüz netleşmedi. Bunun dışında FinTech girişimlerinin önünü açabilecek regülasyonların da gündeme gelmesi bekleniyor. Nitekim biraz önce bahsettiğim ve Global FinTech Hubs Federation tarafından yapılan değerlendirmede de en düşük değerlendirmeyi regülasyon tarafında aldık.

Ya özel sektör?

Tabii aynı zamanda özel sektörün, özellikle de bankaların ekosistemin güçlenmesi için yapmaları gerekenler var. Öncelikle FinTech startup’larının rakip olarak görülmemesi şart. Bugün dünyada bu yapıların birlikte rekabet edebilecekleri (buna “rekaberlik” deniyor) birçok iş modeli bulunuyor artık. Önemli olan, bankaların bu iş birliğine ne kadar inandıkları ve açık oldukları. Sonrasında kurulacak ortaklıklar sayesinde bankalar konularına rahatlıkla odaklanırken, diğer konulardaki üretimi FinTech startup’larının yaratıcı fikirleri ve esnek yapıları sayesinde gerçekleştirip daha düşük maliyetlerle ve daha kısa sürede pazara sunabilecekler. Biraz daha ileri gidecek olursak, geleceğin bankalarını, bankacılık lisansına sahip platform yapıları olarak düşünmek bile mümkün. Bankalar, arka planda lisanlara sahip olan altyapı kuruluşu olarak konumlanıp, ön planda FinTech girişimleri aracılığıyla ürün ve hizmetleri sunacak bir yapıya dönüşmeye başlayacak. Bu durum aslında radikal bir dönüşüm. Ancak stratejik olarak değerlendirilirse bankacılığın geleceğini şekillendirecek konuların başında geleceğini düşünüyorum.

Türkiye’de bankalar özellikle teknoloji ve bu teknoloji sayesinde sundukları ürün ve hizmetler açısından son derece güçlü.

FinTech ekosistemine adım atmak isteyen girişimcilere neler tavsiye edersiniz?

Girişimci açısından en önemli nokta, bir sosyolog gibi düşünerek toplumsal ihtiyaçları, sıkıntıları veya sorunları çok iyi belirlemesi. İkincisi, bu sorunlara ilişkin çözüm önerilerini bir iş modeli çerçevesinde oluşturması ve iş modelini sürekli test etmesi.

Dünya Bankası verilerine göre Türkiye’de 15 yaş üstü nüfusun yüzde 31’i bankacılık sisteminin dışında. Bu yaklaşık 17 milyon kişi demek. Bu kişilerin finansal sistemin içine girmesi ülke ekonomisinin gelişmesi açısından son derece önemli. Dolayısıyla Türkiye bu açıdan fırsatlar barındırıyor.

InsurTech ve İslami FinTech gelişime açık

Öte yandan, Türkiye’de bankalar özellikle teknoloji ve bu teknoloji sayesinde sundukları ürün ve hizmetler açısından son derece güçlü. Zayıf kaldıkları veya fazla odaklanmadıkları alanlardan biri olan “ödeme sistemleri” girişimciler tarafından keşfedildi. Bu alan artık rekabetin yoğunlaştığı ve girişin son derece zorlaştığı bir “kırmızı okyanus” haline geldi. Ancak ekosistemde halen girilebilecek “mavi okyanus” alanları var. Örneğin sigortacılık bunlardan biri. InsurTech girişimleri dünyada son derece revaçta. Türkiye’de bu alan son dönemde canlanmaya başladı.

Bir diğer alan ise özellikle katılım bankacılığında ortaya çıkabilecek girişimlere yönelik “Islamic FinTech” olarak öne çıkıyor. Bölgesel değerlendirmeyle Türkiye’nin bu alanda avantaja sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz. Özellikle son yıllarda gelişen İslami Finans ekseninden FinTech yapılarının çıkma potansiyeli oldukça yüksek.

Bildiğiniz gibi, Türkiye’de hem geleneksel bankacılık hem de katılım bankacılığı yapılıyor. Bu alanın regülasyonları geniş bir kurum ve çalışan kitlesi tarafından anlaşılmış durumda. Dolayısıyla bu bizim sadece Batı’ya değil, aynı zamanda Doğu’ya da finansal teknoloji ihracatı yapmamız için büyük bir fırsat. Bu sayede özellikle Orta Doğu ve Körfez bölgesinde iş yapan startup’ları görmek mümkün.

Teknoloji finansal sistemi daha nasıl dönüştürecek?

Geçmişte FinTech girişimleri bankaların rakipleri olarak görülürdü. Biz bu dönemi aştık, artık birlikte rekabet edebilmek önemli. Bugün Türkiye’de de bankalar startup’larla iş birliği içinde çalışıyor ama sayılar o kadar yüksek değil. Bu ilişkilerin en önemli örneklerinden biri, bankaların kendi yatırım şirketlerini (Corporate Venture Capital – CVC) kurarak girişimlere yatırım yapması. Bu durum sadece yatırım açısından değil, bilgi paylaşımı sayesinde ortaya çıkacak ürün veya hizmetin niteliği açısından ve aynı zamanda girişim ekosisteminin gelişmesi açısından da çok önemli. Türkiye’de bankaların bu tür yapılar kurarak girişimlerle iş birliği yaptığını görmek sevindirici.
Ancak gelecekte rekabet, teknoloji şirketlerinden kaynaklanacak. Amazon veya Alibaba gibi şirketler bunun örneklerini çoktan verdi. GAFA Bank olarak adlandırılan yapılar (Google, Apple, Facebook, Amazon gibi teknoloji şirketlerinin bankacılık ve ödeme alanında gösterdikleri faaliyetler), bankacılık anlayışını değiştirecek. Büyük teknoloji firmalarının bankacılık ve ödeme işlerine girmesiyle FinTech kavramı yerine “TechFin” kavramını duymaya başlayacağız.

Halen ülkelerin rekabet güçleri veya rekabetçi avantajları, sahip oldukları girişim ekosistemleri ile de değerlendiriliyor. Özellikle FinTech startup’ları faaliyet alanları gereği katma değerli ürün ve hizmetler üretiyor, bunun sonucunda da yabancı yatırımcıların ilgisini çekiyor ve kendilerine özgü bir yatırım ortamı yaratabiliyor. Bunun da ötesinde, cazibe merkezi haline gelmiş ülkeler beyin göçü ve teknoloji transferi yoluyla daha çok sermayeyi ülkelerine çekebiliyor. Yani bu durum ülke ekonomisi açısından da önem taşıyor. Bugün Dubai, Bahreyn, Abu Dabi, Singapur, Malezya, Hindistan, Kazakistan gibi merkezler bu durumu çoktan keşfetti ve devletin desteğiyle, kalkınma ajansları aracılığıyla kendilerini küresel ölçekte yatırımcılara tanıtmaya ve yatırım çekmeye başladılar bile. Birçok ülke, kurdukları Sandbox sistemiyle girişimleri test ortamında regülasyonlara tabi tutarak uygunluklarını deniyor ve başarılı olanları pazar şartlarında çalışmaya yönlendirip hem onların başarı şanslarını artırıyor hem de ülke açısından ortaya çıkabilecek riskleri minimize ediyor.

Sonuç olarak FinTech, dünyada ülkelerin yatırım çekmek amacıyla kullanmaya başladıkları ve stratejik olarak önem verdikleri alanların başında geliyor. Türkiye’de de bir stratejiyle oluşturulacak yapılanma ve vizyon bu alanın gelişmesini sağlayacaktır.

Bize ulaşın