TEİD Yönetim Kurulu Başkanı Av. Ertuğrul Onur, iş dünyasında etiğin değerinin nasıl arttığını anlattı. “Artık şirketlerin ne kadar kazandıklarını umursadıkları bir düzenin sonuna geliyoruz. Dünya, şirketlerin kâr ederken bunu etik ve uyum ilkelerine bağlı yapmalarının zorunlu olduğu bir ekosisteme evriliyor” diyen Onur, itibar kavramına dikkat çekiyor: İş etiği yolculuğu itibarla sonuçlanır. İtibar artık sonuçları ölçülebilir bir şirket değeri

Etik ve İtibar Derneği (TEİD) Yönetim Kurulu Başkanı Av. Ertuğrul Onur, KPMG Gündem’in sorularını yanıtladı. Onur ile etik ve itibar kavramlarını, iş dünyasındaki değişimi ve şirketlerin etik ile ilgili farkındalığını konuştuk.

Sizi tanıyabilir miyiz? Nasıl bir çocukluk, gençlik? Mesleğinizi seçerken neler etkili oldu?

Çocukluğum Anadolu’da geçti. Konya’da doğup büyüdüm, orada ilkokula gittim. İlkokul sonrası bir yıl Ankara’da TED Ankara Koleji’nde hazırlık sınıfı okuduktan sonra ortaokul ve lise eğitimimi ailemin Konya’da olması sebebiyle Konya Anadolu Lisesi’nde tamamladım. Lise yıllarını takiben üniversite için İstanbul’a geldim. Üniversitedeki ilk günümden bu yana da İstanbul’dayım. Mutlu, hareketli, bol seyahatli, arkadaşlığın samimi ve sımsıkı olduğu bir çocukluk ve gençlik dönemi geçirdiğimi söylebilirim.

Meslek seçimimde ise baba mesleğinin etkisi olduğunu söylemek son derece isabetli olur sanıyorum. Ben ailede dedem ve babamdan sonra üçüncü nesil İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencisi oldum. Çocukluğumda adliyelerde, avukatlık yazıhanelerinde, müvekkil ziyaretleri, sendika toplantıları gibi etkinliklerde sık sık babama eşlik ettim. Bunun doğal sonucu olarak da avukatlığı seçtim. Bugüne kadar seçimimden hep mutluluk duydum. 

İki yıl önce TEİD’in başkanı oldunuz. Kendiniz için bir misyon belirlediniz mi buraya gelirken? Görevdeyken yapmak / değiştirmek istedikleriniz neler?

TEİD Başkanlığı belirttiğiniz gibi iki yıl önce başladı. Yakında sona erecek. Ancak, benim TEİD faaliyet alanıyla ilgili çalışmalarım, doğal olarak göreve başlarken belirlediğim hedefler ve görev sırasında yapmayı plandıklarımın hikayesi daha eskiye uzanır.

Öncelikle, kurumsal temsilcisi bulunduğum şirketim Coca-Cola İçecek A.Ş., TEİD’in kurucu üyelerinden. Dolayısıyla, TEİD’in faaliyetlerinin ilk günden itibaren savunucusu olan kurumsal üyelerden birisini temsil ediyorum. Yönetim Kurulu Başkanlığı öncesinde de sayın Asım Barlın Başkanımızın döneminde yönetim kurulunda başkan yardımcısı olarak iki yıl görev yaptım. TEİD, kurumsal yönetimin ve sürdürülebilirliğin bir model olmaktan çok hayata geçirildiği ve iş dünyasının gözü gibi bakması ve desteklemesi gereken bir sivil toplum örgütü. TEİD konusuna birazdan detaylı gireceğiz mutlaka. Sorunuzun cevabını açabilmek için derneğin geçmişinden bahsetmek isterim. Zira, buradaki misyon ve görev sırasında yapmak istediklerimiz geçmişe dayanıyor. 

İş dünyamıza baktığımızda kabaca iki kategoriye ayrılmış şirket grupları olduğunu görüyoruz. Birincisi faaliyetlerine devam ederken tüm taraflara değer yaratmayı amaçlayan, ulusal ve faaliyetlerine etki eden alanlara yönelik sınırötesi etki gösteren, yasalara ve hukuksal düzenlemelere riayet eden, yüksek etik ve iş standartları benimseyen, insan ve insan haklarına saygıyla çalışan şirketler, iş insanları. Diğer grup 

ise sadece kendine değer yaratmayı amaçlayan, bu doğrultuda biraz da belirttiğimiz düzenlemelerden kaynaklı sorumluluk ve yükümlülükleri ihmal ve ihlal ederek faaliyetlerine devam eden şirketler. İkincisi birincisi aleyhine haksız rekabet yaratırken, içinde bulundukları toplumlara değer katmaktan ziyade zarar veriyor aslında. 

Bu konular ilk defa şirket içi hukukçusu olarak çalışmaya başladığım 1997 yılından bu yana dikkatimi çekmeye başladı ve kendi payımıza düşen alanlarda bunun hukuksal mücadelesini vermeye başladım. Ayn Rand’ın Atlas Silkindi adlı eserinde belirtildiği şekilde doğrulukla, dürüstlükle, adaletle, yenilikçilikle, emeğe ve emekle yaratılana saygı duyulmasının toplumlarda değer yaratmak için önemli olduğu düşüncesini benimsedim. Bununla ilgili mücadeleyi de elimden geçtiğince yapmaya çalıştım. Bu doğrultuda üyesi olduğum meslek insanlarından oluşan bir sivil toplum örgütünde 2002 yılında iş dünyası ve sivil toplum örgütlerini bir araya getiren bir konferans düzenledim. Çalıştığım şirketlerde etik ve uyumun en üst düzeyde uygulanması için çaba gösterdim, bu kültürün hem şirket içinde hem paydaşlar nezdinde yaratılması için 1997’den bu yana çalışıyorum. Dolayısıyla, bireysel olarak yapageldiğim çalışmalar ile TEİD’in kuruluşundan bu yana 10 yıldır gerçekleştiği çalışmalar örtüşüyordu. 

Göreve başladığımızda bir strateji toplantısı yaparak önümüzdeki 10 yılda nasıl bir TEİD olması gerektiğini, konuya emek vermiş tüm TEİD başkanları, Yönetim Kurulu ve Danışma Kurulu üyelerimizle birlikte çalıştık, değerlendirdik. Sonuçta, TEİD’in yeni dönemde İstanbul dışına açılması, Ankara ve sanayimizin geliştiği Ege, Orta Anadolu ve Marmara Bölgeleri’nde etkinlik ve üye kapsamını genişletmesi, orta ve büyük ölçekli işletmelerin ekonominin can damarı olduğu gerçeğinden hareketle TEİD’e üye olarak dahil edilmesi, var olan faaliyelerin daha da geliştirilmesinin yanı sıra TEİD’in sadece ülkemizde değil ülkemizin yer aldığı coğrafi bölgede bir referans ve mükemmeliyet merkezi olmasını hem misyon hem de geliştirmek ve değiştirmek istediğimiz alanlar olarak belirledik. Bunu tüm yönetim, denetim ve danışma kurulu üyelerimizin yer aldığı TEİD liderlik ekibi olarak benimsedik, geliştirdik ve hayata geçirmek için çalışıyoruz. Özetle, sadece dönem başkanı olarak değil, hepimizin bu konuda geçmişten gelen tecrübelerinin birleşerek bir sinerji yaratması ve geleceğe bizi taşımasından söz ediyoruz diyebiliriz. 

TEİD iş dünyası için neden önemli sizce?

Günümüz iş dünyasında şirketlerin sadece ne denli kazanç elde ettiklerini umursadıkları bir düzenin sonuna geliyoruz. Artık dünyamız, şirketlerin kâr ederken bunu etik ve uyum ilkelerine bağlı kalarak yapmaya çalışmalarının zorunlu olduğu bir ekosisteme doğru evriliyor. Şirketler herhangi bir meşru olmayan yol ve yöntemden uzaklaşırken bu yollara sapanlarla da iş yapmama anlayışını benimsemeye başlıyor. 

İş etiği, ilke ve politikalarının anlaşılması, benimsenmesi, yaygınlaştırılması ve referans merkezi olması misyonuyla hareket eden Etik ve İtibar Derneği'nin de böyle bir dünyada çok daha fazla önem kazandığı tüm paydaşlarımız tarafından açık bir gerçek olarak görülüyor.

TEİD olarak başarılı bir ticaretin en önemli şartlarından biri haline gelen etik, uyum ve itibar risklerinin yönetimi alanında en güncel veri ve bilgiyi, uluslararası düzeyde kurulan ilişkilerle Türkiye’ye taşıyor ve bunları çalıştaylar ile üyelerimizle paylaşıyoruz.

Kavramların anlamı çok hızlı değişiyor, kapsamı genişliyor ya da anlamını yitiriyor. Etik kavramı şu anda sizce içinde neler barındırıyor ve neler eksik?

Etik doğruyu ve yanlışı hemen belirlemez. Doğru ve yanlışı evrensel bir anlayışla sorgular ve belirler. Gündelik tartışmalarla değil, daimi kurallarla etik ilke ve değerler belirlenir. Etik felsefesi birçok konuyu tartışmaya açar; cevabı zor olan konulara sade yanıtlar vermez. Tam tersine aslında bu tür etik ikilemlerin ne kadar karışık olduğunu bize anlatır. Bunun yanı sıra etik felsefesi bize herhangi bir etik ikilemde neyi yapmamız gerektiğini belirtecek basit bir algoritma da sunmaz. Fakat yine de etik ilkelere yönelik analizler yapmamızı sağlayacak bir çerçeve sunar. Teknolojinin gelişmesi ile de eski tartışmaların yerini yeni konular alıyor. Özellikle kapitalizm 2.0 başlığı altında tartışılan ve şu ana kadar yeteri kadar tartışılmamış olan sermayenin insanileşmesi, toplumsal faydayı önceliklerinden biri haline getirmesi ve çevre ile bütünleşmesi gibi kavramlar yeni etik tartışmaların odağında olacak gibi görünüyor.

Türkiye’deki iş etiği politikaları uygulamaya geçiyor mu, nedir TEİD tarafından Türkiye tablosu?

TEİD ve KPMG tarafından ortaklaşa gerçekleştirilen araştırmalar bu konuda bize oldukça önemli veriler sunuyor. KPMG Türkiye ile Etik ve İtibar Derneği (TEİD) iş birliğinde hazırlanan Türkiye Etik ve Uyum Anketi’ne göre katılımcıların yüzde 62’si, son bir yılda şirketlerinde bir suistimal vakası yaşandığını, bu kişilerin yüzde 81’i, son bir yıl içinde şirketlerinde 1 ila 5 arasında çalışan suistimali vakası yaşandığını belirtiyor. Katılımcılar, firmalarının maruz kaldığı çalışan suistimal tiplerinin ağırlıklı olarak yolsuzluk (yüzde 54) ve şirket varlıklarının kötüye kullanılması (yüzde 41) olduğunu ifade ediyor. TEİD ve KPMG tarafından yine ortaklaşa yapılan Bir Suistimalcinin Profili 2020 Anketi’nde ise son iki yılda Türkiye’de en çok suistimal görülen sektörler sırasıyla üretim, satış/pazarlama ve taşımacılık olarak görülüyor.

Şirketlerde, toplumda etiği nasıl geliştireceğiz?

İş etiği bütüncül bir risk yönetimine dayanır. İş etiği bir şirketin tüm fonksiyonlarında olduğu gibi verilere dayalı bilimsel yöntemlerle idare edilmesi gereken, raporlanan, sürekli bir gelişim içinde olan, şirketin yazılı kültürünün temel taşı haline gelmiş ve iletişimi yapılan bir yönetim sistemidir. Bunun önemini iş dünyasına anlatmaya çalışıyoruz.

Burada iş dünyasına ısrarla işaret etmemiz gereken konu ise iş etiği ile başlayan yolculuğun itibar ile sonuçlanacak olmasıdır. İtibar bir şirketin fiyatlandırma politikalarından müşteri sadakatine, kalifiye ve tecrübeli personele ulaşmaktan çalışan sadakatine birçok alanda şirket verimini doğrudan etkileyen faktör olarak görünür Dolayısı ile itibar günümüzde sonuçları ölçülebilen bir şirket değeri haline geldi. Şirketlere iş etiği politikası oluşturma ve uygulamada yardım ve rehberlik etmek bunun yanı sıra kurumsal etik değerlerin şirketin tüm fonksiyonları tarafından benimsenmesi ve bir iş yapma kültürü haline getirilmesi için araçlar tasarlamak, eğitimler vermek gerekiyor. Bu konuda TEİD olarak üstümüze düşeni yapıyoruz.

En çok karşılaştığınız beyaz yakalı etik sorunlar neler?

Yüksek eğitimli, şirketlerde üst düzey görevler almış ve itibarlı kişilerin işledikleri beyaz yaka suçlarında özellikle suistimaller göze çarpıyor. Bu konuda yine verilerle konuşmakta fayda var. Bir Suistimalcinin Profili 2020 Anketi’ne göre Türkiye’de de en çok karşılaşılan ilk iki suistimal tipinin yüzde 49 ile ‘varlıkların kötüye kullanılması’ ve ‘zimmet ya da şahsi menfaat’ olduğu görülüyor. En sık görülen suistimal tipleri arasında üçüncü sırada ise yüzde 43’lük oran ile ‘satın alma suistimalleri’ bulunuyor. Onu yüzde 31 ile ‘çıkar çatışmaları’ izliyor. En maliyetli mesleki dolandırıcılık türü olan ‘mali tablo suistimali’ ise Türkiye’de yüzde 7,84 ile en az karşılaşılan kategoriyi oluşturuyor. 

Geçen yıl yaptığınız konuşmada şirketlerin artık ‘kâr’ odaklı iş yönetiminin tarih olduğunu söylüyordunuz. Henüz pandeminin başıydı. Şimdi dünyadaki iş liderleri aynı şeyi ifade ediyor. Pandemi iş dünyasında neleri değiştirdi?

Her şeyden önce söylemlerde kâr odaklı iş yönetiminin değil tüm paydaşlara değer katan iş yönetim biçiminin yaygınlaştığını görmek beni mutlu ediyor. Pandemi bence katalizatör oldu. Pandemi her şeyden önce şirketlerin insanlara, çalışanlarına bakış açısını değiştirdi. Son 10 yılda birçok şirket insan, çalışan odaklı konuşmaya başladı. Ancak gerçek anlamda kaç tanesi bunu içselleştirebiliyordu? Kaç tanesi ayrımcılığa karşı duruş sergilebiliyordu? Kaç tanesi eşitliğe, çok sesliliğe, kapsayıcılığa yer veriyordu? Ve kaç tanesi zor günde tercihi insandan yana koyabiliyordu? Pandemi bunun sınandığı bir ortamı getirdi. Memnuniyetle görüyoruz ki beklediğimizin çok üstünde şirket, insanına sahip çıkan uygulamalar gerçekleştirdi. Büyüklü, küçüklü. Sürdürülebilir başarıyı yakalamak isteyen şirketler bunun ancak bilgi, birikim, yetkinlik ve azme sahip çalışanları vasıtasıyla elde edilebileceğini öngörerek bu konuya öncelik ve önem verdiler. Aynı zamanda, daha büyük çoğunluğu oluşturan insanlar, yani toplumlar açısından da bakmalı pandeminin etkisine. İnsanın günlük yaşamdan çekildiği yerde hem güncel yaşamın hem iş dünyasının içinin boşalmakta olduğu görüldü pandemi sırasında. Bundan yararlanan bazı sektörler ve teknolojik şirketler, platformlar oldu mutlaka. Ancak onların başarısının ne kadar sürdürülebilir olacağı da tartışmalı. 2000’li yıllarda internet patlaması yaşandığı dönemde o şirketlerin geleceğin sahibi olduğu söyleniyordu. Bugün kaç tanesi ayakta? Özetle, insanın olmadığı, değer görmediği, yaşamdan uzaklaştığı bir hayatın içi boşalıyor diye düşünüyorum. Şirketlerin ve iş dünyasının insanları kucaklayıcı, insanların var olmasını kendileri için olmazsa olmaz şart olarak görmelerini umut ediyorum. 

Şirketlerin başarılı olmasının yeni kriterleri neler bu durumda?

Şirketler sadece çalışanları ve hissedarlarını değil içinde bulundukları ekonomik ve sosyal çevreyi, en uzak paydaşlarına kadar etkileyen yapılar haline geldiler. Pandemi ile birlikte de şirketlerin başarısını ifade eden faktörlerin arasında yer alan dünya genelinde sorumlu vatandaşlık, sürdürülebilir üretim politikalarının etkinliği, inovasyon politikaları, etik ilkelere uyum ve itibar gibi kriterlerin de en az finansal kriterler kadar büyük öneme sahip olduğunu görüyoruz. 

Jenerasyon değişiminin etik ve itibar algısına etkisi hakkında neler söylersiniz? Y kuşağıyla neler değişti, yoldaki Z kuşağıyla ilgili öngörünüz nedir? Gen Alfa’ya nasıl bir miras kalacak?

Jenenasyon değişiminin etik ve itibar algısına çok etkisi olduğunu düşünüyorum. Baby boomer ve Y kuşakları birbirinden ayrılsalar da hâlâ daha tutucu izlere sahipler bir şekilde. Oysa, Z kuşağında süreçler çok hızlı işliyor. Sanılanın aksine değerleri daha objektif olarak değerlendirip, analiz edebiliyorlar. Duygusal ya da romantik yaklaşımlar yerine daha net, açık ve acımasız gerçeklikle yaşıyorlar. Gelişen hem de çok hızlı ve kolayca gelişebilen yetkinlikleri çerçevesinde daha örgütlü daha hızlı hareket edebiliyorlar. Bu da bir davranışın etik olup olmadığı konusunda hızlı değerlendirme yapıp, aksiyona geçmesini sağlıyor bence. Baby boomerların yarattığı, Y kuşağının tam olarak çözemediği toplumsal, çevresel ve iş dünyasına dair bazı konuların Z kuşağında çözülerek Alfa jenerasyonuna teslim edileceğini öngörüyorum. 

Bugün bulunduğunuz yerden baktığınızda, ‘İyi ki hukukçu olmuşum’ diyor musunuz? Kariyerinin başındaki genç hukukçulara neler önerirsiniz?

Şu anda imkanım olsa tekrar fakülteye geri dönüp tekrar hukuk eğitimi almak isterdim. Son 20 yılda çok şey değişti. Yaşam değişti. Yaşamdaki değerler değişti. Yasal düzenlemeler değişti. Bizler elbette tecrübe kazandık ama hukuk ve değişen yaşam arasında sürekli bir ilişki olduğu için iyi hukukçu olmuşum demek mümkün değil. Hatta çok büyük bir yanılgı. Ben sadece iyi bir öğrenci olmuşum diyebilirim. Önemli olan sürekli öğrenmeye açık olmak, her şeyden ders çıkarabilmek. Kariyerinin başındaki genç meslektaşlarıma önerim sürekli öğrenmeye devam etmeleri, kısa vadeli değil orta ve uzun vadeli bakış açısıyla faaliyetlerine devam etmeleri yönünde olur. 

Meslek hayatımın çok büyük bir kısmını şirket içi hukukçu olarak geçirdiğim için bu konuda söyleyebileceklerimi değerli meslektaşım Hakan Bekiroğlu’nun ‘5N1K Şu Bir Gerçek’ programında detaylı olarak anlattım. Detay isteyenlere YouTube’daki kaydı izlemelerini tavsiye edebilirim.