Gerçekliği henüz ispatlanmamakla birlikte ve mantıksal çıkarım kuralları çerçevesinde elektrik tüketimi ile ekonomik büyümenin doğrudan ilişkili olduğu söylenir. Başka bir ifadeyle, ekonomiler büyürse, enerji talebinin de artacağı düşünülür. Acaba doğru mu?

Bu aksiyomatik söylemi Türkiye nezdinde değerlendirdiğimizde aşağıdaki grafik doğrulayıcı nitelikte kabul edilebilir. Ancak, sanayide enerji tasarrufu bilincinin artması, elektrikli araba sayısının çoğalması ve daha birçok alanda teknolojinin her geçen gün hayatımızdaki etkisini artırması ve hatta öngörülemeyen pandemi gibi süreçler elektrik tüketimini etkileyen hususlar olarak öne çıkıyor. Bu kapsamda, önümüzdeki süreçte GSYH ve elektik tüketim korelasyonunun farklı faktörlerden etkilenmesini beklemeliyiz.

Türkiye’de 2020 yılı elektrik tüketimi

2020 yılının başından Türkiye’de ilk resmi Covid-19 vakasının açıklandığı 11 Mart tarihine kadar gerçekleşen elektrik tüketiminin önceki yılın aynı dönemine göre artış gösterdiğini görüyoruz. Ancak, salgının başlamasıyla temmuz sonuna kadar olan süreçte, elektrik tüketiminde aylık bazda 2019 yılına göre azalma olduğu gözlemlendi. 2020 yılı Ağustos ayında ise elektrik tüketimi her ne kadar önceki yılın aynı dönemine göre artış gösterse de, pandemi sürecinin önümüzdeki sonbahar ve kış aylarındaki seyri yıl sonu elektrik tüketim talebinde önemli rol oynayacaktır.

Diğer taraftan IMF, Dünya Bankası, OECD gibi uluslararası kuruluşlar tarafından yapılan projeksiyonlar Türkiye’de büyümenin devam edeceğini öngörüyordu ancak Covid-19 pandemisi sebebiyle projeksiyonlar revize edildi ve dünya genelinde küçülme beklentisi öne çıktı. 2020 Haziran ayında Dünya Bankası, 2020 yılı için Türkiye GSYH tahminini yüzde 3.8 daralma olarak revize etti. Gerek 2020 yılının ilk sekiz aylık elektrik tüketim talebi, gerekse 2020 yılı GSYH projeksiyonları göz önüne alındığında, 2020 yılı sonunda elektrik üretiminin 2019 yılı rakamlarına yakın, büyük olasılıkla da altında kalacağını söylemek pek yanlış olmayacaktır.

Elektrik üretim şirketleri nasıl etkilenir

Türkiye’de elektrik piyasasında elektrik üretimi 2005 yılı itibariyle özel şirketlerin de katılabildiği bir piyasa haline dönüştü. Son 15 yılda, EPİAŞ ve EPDK’nın uygulamaya koyduğu stratejik kararlarla elektrik üretim sektörü büyük oranda özel sektörün hakim olduğu bir yapıya büründü.

Elektrik üretiminde özel sektör katılımının artmasıyla, kurulu güç ve elektrik üretim miktarında artış yaşandı ancak beraberinde borç yoğun bir sektör haline geldi. Yatırım aşamasında imzalanan mühendislik, tedarik ve inşaat sözleşmelerinin döviz cinsinden olması sebebiyle, özel sektör yatırımcılarının talep ettiği banka kredileri de döviz cinsinden oldu. 

Her ne kadar YEKDEM kapsamında üretim yapan santrallerin gelirleri dövize endeksli olsa da üretimin önemli kısmı günlük ve saatlik fiyatların belirlendiği borsa olan spot piyasada TL üzerinden fiyatlanıyor. Dolayısıyla TL kurunun Amerikan Doları ya da Euro karşısında değer kayıpları, ilgili santrallerin döviz cinsinden borç ödeme kapasitelerini olumsuz etkiliyor. Yıllık ortalama elektrik piyasa takas fiyatının 2019 yılında 45,98 USD/MWh olan seviyesinden 2020 yılının ilk altı ayında 40 USD/MWhUSD seviyesine düşmesine ek olarak 2020 yılında elektrik tüketim miktarının beklenenin altında seyretmesi, merit order’da en sonda yer alan özellikle kömür ve doğalgazdan üretim yapan elektrik santrallerini olumsuz etkiledi. 

Resmi kaynaklar tarafından açıklanan net bir bilgi olmamakla birlikte, elektrik üretim şirketlerinin açık olan kredilerinin 40 milyar USD seviyesinde olduğu yönünde bilgiler bulunuyor. Bunların 7,7 milyar USD’lık kısmını ise geri ödemede sorun yaşayan ya da yaşama riski bulunan kömür ve doğalgazdan üretim yapan elektrik santrallerinin borçları oluşturuyor. Bu kredilerin önemli kısmı yeniden yapılandırılmış veya yapılandırma sürecinde. Mevcut termik santrallerin üretim miktarı ve elektrik piyasa fiyatları ile yarattıkları nakit akışları ile kredilerinin anapara taksitlerini ortalamada 30 yıldan daha uzun sürede ödeyebileceği öngörülüyor. Bu sürenin makul seviyelere çekilebilmesi için nakit akış miktarının önemli bir ölçüde artması gerektiği açık ve bunun için de elektrik talebinin ve/veya fiyatının artması gerekiyor. 

Talebin artmadığı bir ortamda mevcut kurulu gücün üzerine özellikle yenilenebilir enerji kaynaklı üretim santrallerinin devreye girmesi ile eklenecek kurulu güç elektrik fiyatları üzerindeki baskının artmasına neden olacaktır. Bu durumun termik santrallerin atıl kalmasına sebep olma riski de var. Ekonomik kaynakların verimli kullanılması gerekliliğinin her zamankinden daha önemli olduğu bir döneme girdik. Yeni inşa edilecek enerji üretim santrallerine verilecek teşviklerde enerji arz güvenliğinin sağlanması hedefinin ötesinde bir bakış açısı ile mevcut kaynakların verimli kullanımı çerçevesinde tüketici, yatırımcı ve finansman sağlayan kuruluşların tamamının çıkarları gözetilerek teşvik mekanizmalarının kurgulanması gerektiğini düşünüyoruz ve bu doğrultuda atılan adımları olumlu karşılıyoruz.

Sermaye ve Borç Danışmanlığı Kıdemli Müdürümüz Ozan İnce, 2020 Eylül ayında bu makaleyi kaleme almıştır.