El taşın altında
El taşın altında
Daha iyi bir dünyadan, daha iyi bir ülkeden, daha iyi bir iş dünyasından, daha iyi işyerleri ve evlerden yanayız. Kentler, köyler, kıyılar, yollar, meydanlar daha (u)mutlu olsun istiyoruz. Doğa daha dingin ve huzur dolu olsun. Bütün bunların bir iş dergisi girişinde ne anlamı var? Ya da bunları bunca işin gücün arasında niye düşünebiliyoruz?
Dünyanın, çevrenin, ülkenin, iş ve özel hayatlarımızın; şimdiki parçalanmış zihinlerimizle şikâyetçi olduğumuz şeyleri –üstüne üstlük- artırarak sürdüreceğini anladığımız için.
Yalnız biz mi biliyoruz bunları?
Hayır. Bu yüzden anladığımız için dedik.
Duymak istemeyenler, duyurmak istemeyenler, inanamayanların çokluğuna karşın söyleyenler var; kendini olanlardan ve olacaklardan sorumlu hissedenler gitgide artıyor. Bir yanda genelgeçer reel politik-faydacı bakış açıları, öte yanda dönüştürücü, yenilikçi ve değerli bakış açılarının, iş hayatı dâhil olmak üzere hayatın her alanındaki karşılaşmasında -ve yer yer çarpışmasında dikkatli olanlar için armağanlar var. Bunlar arasında sorumluluk duygusu önde geliyor. Dikkatlerini sorumluluk duygusu ile birleştirebilenler, yeterliklerini ve çabalarını değerli ve yeni olsun dedikleri yarın lehine eyleme dönüştürüyorlar.
Dünya, ülke ve insan lehine hayatın değerli kılınabilmesi yolunda ilerlemek profesyonel siyasetçilere ihale edilemeyecek denli değerli ve bir o kadar dakarmaşık bir yol artık. Bunu, çalışma hayatımızdan arta kalan zamanlardaki iyi niyetli gayretlerimizle gerçekleştiremeyeceğimiz gün gibi aşikâr.. Günde en az sekiz saat çalıştığımız işimizin, sözün girişindeki dileklerimizi gerçekleştirmek için en uygun alan olduğunu ileri sürmek kof bir romantizm değil; fakat adanmış bir sorumluluk hizasına ulaşmış olan idrakin dile gelişi bize göre.
Hangi işten söz ediyoruz?
Bütün işlerden…
Müşterisini insan olarak gören ve ona, iktisadi ilişkisini aşan insani bir deneyim sunabilen bütün işler bunlar; iş ilişkisinin varlık nedenini yeniden keşfederekonu yenilenen bir uygarlığın çoğalan ve genişleyen merkezine koyuyorlar. Birlikte iş yaptıklarını, birlikte büyüyüp zenginleştikleri kalıcı yol arkadaşları olarak görüyorlar. Yaratıcı, değerli, sorumlu, hukuku ve geleneği olan kurumlar yaratıyorlar; yaratılmış olanları gelecek kuşaklara kendilerine bırakılandan daha iyi bir şekilde devrediyorlar. Kurallara uyma samimiyetleri ve tutarlılıkları ile kuralların ta baştan doğru konulmasını teşvik ediyorlar. Teşvikle kalmayıp zorlamayı göze alabiliyorlar. Düzenlemelerin gelişen hayata uyumu için kesintisiz yapıcı öneriler sunuyorlar. Kötülüğün, felaketin hızıyla olmasa da iyiliğin de bulaşıcı olduğundan şüphe etmiyorlar. İşini iyi yapmak, anlamlı kılmak, böyleceiyi ve anlamlı bir iş iklimi yaratmak; biliyorlar ki, başka coğrafyalara doğru taşacak, bu iklimin çiçeklerini oralarda da çoğaltacak.
Vergi(cilik) işi işte… KPMG Türkiye’de yaptığımız üç tür işten biri… Şu, bireyle/kurumla devlet arasındaki toplumsal sözleşmenin mali temelini oluşturan şey… Kamu, mükellefler ve vergi danışmanları başta olmaküzere tüm paydaşlar meseleye böyle yeniden bakılmasını ve her birinin üstleneceği rolün yeniden tanımlanmasını bekliyor.
Vergi toplama hakkının kullanılması ve vergi ödeme yükümlülüğünün yerine getirilmesi ile ilgili temel ilkelerin “ama”sız sıkı sıkıya sahiplenilmesini ve hayattaki karşılığını bulmasını bekliyor. Sürdürülebilir bir kamusal refah ve gelişen bir iş dünyası, serpilen birey ve yurttaş için vergilendirme alanındaki bütün tarafların bağlı kalması gereken ilkelerin neler olduğu sorusunun cevapları sonsuz bir görecelik içermese gerek. Kamusal yükümlülükleri, doğru ve zamanında yerine getirmemenin mazeretlerden arınması, bunu yerine getirenlerin desteklenmesi, yaşamsal bir gerçeklik olması hangi kök nedenleri harekete geçirerek başarılacaktır? Kurumların vergisel yükümlülüklerine sadakatleri, müşterileri ve toplum teveccühünün kriterleri olabilir mi? Vergi idarelerinin yalnız idare çıkarlarını korumak ve kollamakla değil, yurttaş, mükellef hukukunu güvenceye almak ödevi ile yükümlü olduğunu ne zaman ve nasıl kuvvetle hissedebileceğiz? Vergiyi daha yaygın ve adil, fakat hafifleterek toplama konusunda hükümetler gerçekten sorumlu davranıyor mu?
Kamçılanan taleple yükselen harcamalar üstünden toplanan ve kaynaktan kesilen vergilerle birlikte vergi gelirlerinin üçte ikisini bulan dolaylı vergi toplama geleneğini hangi maliye teorisiyle olumlayabileceğiz? Yoksa bu konuda Deli Dumrul efsanesi daha mı açıklayıcı? Yurttaşlar ve vergi ödeyenler ne ölçüde örtüşüyor? Yurttaşlar ya da vergi ödeyenler vergi politikalarının doğruluğunu, uygulamalarının etkinliğini izleme, hesap sorma yönünde bilgi kaynak ve kanallarına sahipler mi, bu yönde teşvik ediliyorlar mı? Vergilendirme konularının hiç tartışılmadığı seçimlerin gerçekleştiği ülkelerdeki yönetimlere demokrasi denilebilir mi? Adil ve etkin bir vergi yargısına sahip olmadan buraya kadar var olan ve bundan sonra ortaya çıkabilecek sorunları nasıl çözeceğiz?
Bu sorular, bu değiniler çoğaltılabilir...Takdirinize bırakıyoruz…
KPMG Türkiye olarak “Denetimin Değeri” konusunda yapmakta olduklarımıza benzer bir yaklaşımla vergilendirme alanında da konu ile ilgili tüm paydaşların ortak yararına olan “Sorumlu Vergicilik” yaklaşımının yaygınlaşması için elimizi taşın altına koyuyoruz.
Romantik olmadığımız söylenemez. Ama bir o kadar da gerçekçi olduğumuzu vurgulamalıyız. Çünkü biliyoruz ki sonuç ne olursa olsun olacaklardan kendimizi sorumlu hissedeceğiz. Kabahat kimde oyunu bizi avutmayacak. Ve yine biliyoruz ki daha güzel yarınlar için imkânsızı isteyecek kadar gerçekçi olmak gerekir.
El vereceğinize, gönül indireceğinize olan güvenle iyi okumalar dileriz.
© 2024 KPMG Bağımsız Denetim ve Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik A.Ş., şirket üyelerinin sorumluluğu sundukları garantiyle sınırlı özel bir İngiliz şirketi olan KPMG International Limited ile ilişkili bağımsız şirketlerden oluşan KPMG küresel organizasyonuna üye bir Türk şirketidir. Tüm hakları saklıdır.
Küresel KPMG ağının yapısı hakkında detaylı bilgi için kpmg.com/governance adresini ziyaret edebilirsiniz.